Hacı Sıtkı Efendi
Günümüz insanının en ciddi eksikliği olan okuma ve düşünme, O’nun ilk göze çarpan en önemli özelliği idi. Düşünmeleri sonunda ulaştığı tesbitlerini paylaşacak kimse bulamaması, önceleri iç sıkıntıları yaşattı kendisine. Ama daha sonraları düşüncelerini yazıya dökerek kalemini kendisine dost edindi. 60 yaşından sonraki, ömrünün son 10 yılını, 14 derece miyop tek gözüyle günde 10 saat okumayla geçirdi.
Okumaları tutucu değildi; bazen tasavvuf, bazen siyaset, ama bazen de Goethe veya Hugo... Bazen kalın kalın devasa ciltler, ama bazen de bir takvim yaprağındaki küçücük hacimli ama devasa anlamlı özlü sözler, O’nu uzun ve derin düşüncelere götürürdü.
O’nun düşünceleri analizi, bireysel iç dinamiklerinin algı gücüne kattığı düşünsel zenginlik kökenliydi. Bu yetisi, O’nu hep doğruya ve gerçeğe götürmüştü. Bireyleri analizi ise, bireyin dışa yansıyan içsel değerlerini kolay algılamasından kaynaklanan güç temelliydi. Bu, dolaysız enerji algılaması olduğundan, objektif ve gerçekçiydi.
Düşünce sistematiği evrenseldi: kendi inanç ve düşünce yapısındaki insanlara duyduğu yakınlığı, hiç tanımadığı ama bir tek sözüyle doğru ve objektif olduğuna inandığı düşünce ve inançlarına karşıt birisine de duyabiliyordu. Bu bir erdem, bir değer idi. İnançlıydı: inancı, teslimiyetçi ama bir o kadar da sorgulayıcıydı. Hiç bir zaman bilinçsiz inanmadı. Yaşamında soyut ve somut tüm kavram ve olguları sorgulayıcı bir yapısı vardı. Bu yapısı O’nu hep gerçeklere götürmüştü.
Genel yaşamın en küçük bir sorunu, O’nun için yeterince büyüktü; dünyanın dertleriyle dertlenirdi. Bu, çevresindeki ve hatta tüm yaşamdaki hiç bir şeye ilgisiz ve duyarsız kalmaması, kalamaması demekti.
Hep doğruyu söyleyen ve doğrulardan yana olandı. Yanlışı asla kabul etmeyen, hep doğrudan yana ve objektif olanlar, genel varlık düzeninin sıradanlığında ve basitliğinde yalnız kalmaya hep mahkum olmuşlardır!
O da öyleydi: yalnızdı...
Doğrular yalnız kalırlar!
Günümüz insanının en ciddi eksikliği olan okuma ve düşünme, O’nun ilk göze çarpan en önemli özelliği idi. Düşünmeleri sonunda ulaştığı tesbitlerini paylaşacak kimse bulamaması, önceleri iç sıkıntıları yaşattı kendisine. Ama daha sonraları düşüncelerini yazıya dökerek kalemini kendisine dost edindi. 60 yaşından sonraki, ömrünün son 10 yılını, 14 derece miyop tek gözüyle günde 10 saat okumayla geçirdi.
Okumaları tutucu değildi; bazen tasavvuf, bazen siyaset, ama bazen de Goethe veya Hugo... Bazen kalın kalın devasa ciltler, ama bazen de bir takvim yaprağındaki küçücük hacimli ama devasa anlamlı özlü sözler, O’nu uzun ve derin düşüncelere götürürdü.
O’nun düşünceleri analizi, bireysel iç dinamiklerinin algı gücüne kattığı düşünsel zenginlik kökenliydi. Bu yetisi, O’nu hep doğruya ve gerçeğe götürmüştü. Bireyleri analizi ise, bireyin dışa yansıyan içsel değerlerini kolay algılamasından kaynaklanan güç temelliydi. Bu, dolaysız enerji algılaması olduğundan, objektif ve gerçekçiydi.
Düşünce sistematiği evrenseldi: kendi inanç ve düşünce yapısındaki insanlara duyduğu yakınlığı, hiç tanımadığı ama bir tek sözüyle doğru ve objektif olduğuna inandığı düşünce ve inançlarına karşıt birisine de duyabiliyordu. Bu bir erdem, bir değer idi. İnançlıydı: inancı, teslimiyetçi ama bir o kadar da sorgulayıcıydı. Hiç bir zaman bilinçsiz inanmadı. Yaşamında soyut ve somut tüm kavram ve olguları sorgulayıcı bir yapısı vardı. Bu yapısı O’nu hep gerçeklere götürmüştü.
Genel yaşamın en küçük bir sorunu, O’nun için yeterince büyüktü; dünyanın dertleriyle dertlenirdi. Bu, çevresindeki ve hatta tüm yaşamdaki hiç bir şeye ilgisiz ve duyarsız kalmaması, kalamaması demekti.
Hep doğruyu söyleyen ve doğrulardan yana olandı. Yanlışı asla kabul etmeyen, hep doğrudan yana ve objektif olanlar, genel varlık düzeninin sıradanlığında ve basitliğinde yalnız kalmaya hep mahkum olmuşlardır!
O da öyleydi: yalnızdı...
Doğrular yalnız kalırlar!